28 Nisan 2016
Evrim teorisi, yaşadığımız gezegendeki canlı hayatın milyarlarca yıllık süreçte nasıl geliştiğini açıklamaya çalışan, tüm insanlığı derinden sarstığı gibi beraberinde de büyük tartışmalara yol açmış bir çalışma. Zaten birbiriyle çelişmeye meyilli bilim ve din çevreleri, İngiliz doğa tarihçisi Charles Darwin’in 1859 yılında yayımladığı “Doğal Seçim Yoluyla Türlerin Kökeni” eserinden sonra yıllar boyu süren ve hiç bitecekmiş gibi görünmeyen bir tartışmaya girmişler. Bu konuyu çözebilmek için belki de hem bilim hem de din insanlarının yeni bir anlayışa, yeni bir bakış açısına ihtiyaçları var.
Darwin muazzam gözlem kabiliyeti sayesinde, evrim sürecinde tüm canlı âleminin hayatta kalarak soylarının devamını sağlamaya yönelik kısa vadede takip edilemeyen, ama sonuçları itibariyle gözle görünür bir fiziksel gelişim içinde olduklarını saptamıştı. Her canlının yaşam çevriminde hayatta kalmak egemen gözükürken, bir taraftan da çok daha yavaş ilerleyen bir süreç (evrim) adeta görünmez bir şekilde onlara hayatta kalma ihtimallerini arttıran güçlü özellikler sunuyordu. Ayrıca bu özellikler nesilden nesle de aktarılabiliyordu, böylece kazanılan özellik kalıcı oluyordu. Bunun sonucunda doğal seçimle hayatta kalma şansı yüksek olan türler sonsuz yaşam mücadelelerini sürdürürken, diğer taraftan da evrilmeye devam ediyorlar, diğerleri ise yaşam platformundan siliniyorlardı. İspinoz kuşları gaga şekillerini değiştirerek ağaçlardan beslenme olasılıklarını yükseltirlerken, boz ayılar kutuplarda renklerini beyaza çevirerek avlanma şanslarını arttırıyorlardı.
Darwin’e göre evrim teorisinin altında yatan mekanizma çok basitti: ebeveynler taşıdıkları güçlü genleri çocuklarına aktarılıyordu, ama doğa mükemmel değildi ve bu aktarma işlemi sırasında bazen “ufak tefek” hatalar olabiliyordu. Bunun sonucunda da, örneğin boz ayı örneğinde olduğu gibi, ayıya kahverengi post rengini sağlayan gen yavruya geçerken tamamen “tesadüfi” bir şekilde mutasyona uğruyor, yani orijinal halinden saparak bozuluyordu. Yeni gen yavrunun rengini beyaza çevirebiliyor ve bu sayede kutupların karlı ortamında büyüyen yeni ismiyle “kutup ayısı” avına fark edilmeden yaklaşarak beslenme ve dolayısıyla hayatta kalma olasılığını arttırabiliyordu. Kahverengi boz ayı ise kolaylıkla fark edildiği için bu gene sahip ayılar yeterince avlanamadıkları için zayıf düşüyorlar, bir süre sonra da türleri o bölgeden tamamen siliniyordu.
Muhteşem bir yaratım süreci olarak parıldayan evrimin motor mekanizmasının, tamamen tesadüfler üzerine kurulu olarak tanımlanması, üzerine derinlemesine düşünmeye değer bir konu olabilir.
Bilim dünyasının bu savı kanıtlayabilmesi için “tesadüf” tanımını bilimsel platformda gerçekleştirmesi gerekiyor. “Hiçbir sebebi olmadan gerçekleşen” anlamındaki tesadüf kavramını ortaya koyabilmek için olası tüm ihtimallerin değerlendirildiği ve hiçbirinin karşılaşılan durumu açıklayamadığından yüzde yüze emin olmak gerekmez mi? Bilimsel yaklaşım budur, bilim sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi gözlemler ve sonra da genelleme yaparak kurallar oluşturur. Ama tesadüf kavramı için bu imkânsızdır, çünkü ihtimaller sonsuzdur ve tüm ihtimalleri değerlendirmek sonsuz vakit alacaktır.
Dahası bilimsel hesap makinelerindeki “random” tuşu, hiç de tanımlandığı gibi “rastgele” sayı üretmemektedir. Hiçbir makine tesadüfi üretim yapamaz, ancak tanımlanan algoritma (kurallar dizisi) dâhilinde isteneni verebilir. Rastgele sayı üretimi, bir evvelki sayıyı önceden belirlenmiş bir fonksiyona girdi olarak verildikten sonra elde edilir. İlk rastgele sayı da makineyi üretenler tarafından yerleştirilir, dolayısıyla ilk sayıdan son sayıya kadar üretilecek tüm sayılar aslında belirlidir. Bilim “rastgele”yi tanımlayamaz çünkü sebebi olmayanı yaratmanın insan bilincinde yeri yoktur. Aynı hayattaki her şeyin, bir sebebin sonucu olarak var olabildiği gibi. Bazen biz sebebi göremesek, anlayamasak bile.
Bilim “açıklayamadığı”na tesadüf demiş olabilir mi? Evrimin motoru bilinçli bir işleyiş olabilir mi? Boz ayı kutuplara eriştiğinde yeni kıyafetinin rengi için “bir şekilde” bilinçli olarak yeşil yerine beyazı seçmiş olabilir mi?
Evrim teorisi sadece fiziksel dönüşümü açıklayamaz, asıl evrilen bilincimizdir. Yaşamın amacı bilincin tekâmülü ise, bilinçteki bu gelişim fiziksel özelliklerin istenen yönde değişimlerinin yaratımından da sorumlu olabilir. Yaşadığımız hayatı tamamen bilincimizle yaratıyoruz, yaşam sadece onun bir yansıması. Ve kendi hayatımızdan sadece kendimiz sorumluyuz, ne başka biri ne de açıklanamayan tesadüfler değil. Tamamen ihtimaller üzerine kurulu kuantum mekaniği maddenin sıkıştırılmış enerjiden oluştuğunu kanıtlamış, enerjinin de düşünce dalgaları gibi başka enerji dalgaları tarafından değiştirilebileceğini kanıtlamıştır. Önümüzdeki yıllarda kuantum biliminin gelişimi ile tesadüfen geliştiği sanılan her sonucun sebebini net olarak algılayabileceğiz.
Her şey bir sebep sonucunda gerçekleşiyor, tesadüf kavramının yaşama yapılan büyük bir saygısızlık olduğuna inanıyorum. Bu konuyu bir sonraki yazımda biraz daha farklı açılardan değerlendirmeye çalışarak yazacağım.
Sevgiyle…